Kimsiniz?
Birisi kendini anlatmaya başladığında bilin ki kafasında çizdiği “ben” imajını anlatıyordur. Bu soruya verilebilecek sayfalar dolusu cevap olabilir ancak tek bir doğru cevap olabileceğini düşünmüyorum.
Çünkü kim olduğumuzun bir kaç kelime ve genellemelerle ifade edilebilecek bir şey olduğunu sanmıyorum. Kim için kim siniz? Ne zaman ya da nerede kim siniz? Kaç tane kim siniz?
Hayatta hiç kimse ve hiç bir şey için tekil bir varlık durumunun olduğuna inanmıyorum. Yani varlığın bir biçimi yok ancak insanların ona yükledikleri farklı anlamlar vardır. Özetle ben siz beni nasıl algılıyorsanız öyle biri oluyorum sizin için.
İnanmak?
Tüm hayatımız bu kelimeyle anlam kazanıyor. Gerçekten emin olarak bilebileceğimiz çok şey yok, daha çok öyle olduğuna inandığımız şeyler var. Sadece öyle olduğuna inanıyoruz. İnanmak, hislerimizle ve gözlemlerimizle, doğru ya da yanlış hep yaptığımız şey. İnanarak ya da inanmak isteyerek yaşıyoruz.
Tüm doğrularımız, tüm bilgilerimiz, değerlerimiz ya da inançlarımız bizi biz yapan ya da diğer insanlardan ayıran özelliklerimizdir. Özetle inanma biçimimiz karakterimizi oluşturuyor. İnanma ve davranma biçiminizin farklı ortamlardaki yansımaları “siz” oluyorsunuz. Kendinizi sorgulamak istiyorsanız inançlarınızı sorgulayın, hayata, ahlaka, erdeme, doğruya ve bilgiye dair.
Zaman?
Zaman hepimizin ve her şeyin ilk anının, son anının ve her deneyim zerresinin şahidi. Sadece şahidi mi yoksa maliki mi? Zaman var eden, zaman yok eden ve zaman her deneyiminizin sebebi. Zamanın bir anında var oluyorsunuz ve bir anında yok. Zaman her şeyin bağımsız değişkeni. Etkeni, Her şey zamanla alakalı. Size kendinden bir dilim sunuyor ve o sizin ömrünüz oluyor. Bizde bize sunulan zaman dilimini anlamlandırıyoruz. İyi ya da kötü yaşayarak, içinde aşklarımız, hayal kırıklıklarımız, sevinçlerimiz, üzüntülerimiz, hırslarımız ve teslim oluşlarımızla. Zamanın birinde başarılı, zamanının bir diğerinde başarısız oluyoruz. O nedenle zaman sahip olduğumuz ve tabi olduğumuz tek şey. Zaman size verilen bir şans gibi, zaman ömrünüz, zaman servetiniz. Nasıl harcarsanız, bir gün size hesabını sorar mı bilmiyorum ama onun sormasına gerek yok ki! Siz kendinize zamanınızın hesabını sormalısınız! Çünkü belki de başka bir şansınız olmayacak.
Dün ile Birgün’ün Hikayesi
Mağrur ve eğilmez,
otururken Dün,
Çekingen ve belirsiz,
Birgün uğradı.
Soluk pembe dizelerle çizilmiş,
imkansızlık resimleri yaptım.
Olmazlar bahçesine yine de tohumları ektim,
diye gürledi dün.
Sonbahar yağmurlarıyla suladım.
Bulutlardan güneş çaldım, yapraklarına.
Yaşanmışlıklar üstünde ölümsüz kaldım.
Bana bir gün borçlusun, dedi Dün.
Ve Birgün fısıldadı,
sende gördüm.
Her yolun her yere çıkacağını,
herkesin bir yerde kavuşacağını,
ve her sonun bir başlangıç olacağını.
Sende bildim,
her çaresizlikten bir çıkış olacağını,
aşkın ise hep yaşayacağını.
Ümit oldukça bende ölümsüzüm,
dedi Birgün.
Böylece ölümsüz kalırken,
Dün ile Birgün,
Fani olmakta ise çaresiz Bugün.
Çünkü Bugün, dün Birgün’dü,
Yarın ise olacaktır, mutlaka Dün.
İsmet ŞAHİN
Doğa?
Önce zaman ve evren üst kozmik varoluşun mimarları oluyorlar. Sonra galaktik yıldız sistemleri ve üçüncü varoluş çemberi canlı eko sistemi olan gezegenler ve doğa. Yaşam biçiminin her unsuru doğaya dayanan kültürler için toprak ana, gök ilah ve baba, denizler kardeş ve eş, dağlar yurttur. Doğa ihtişamdır, güçtür, zerafettir ve şefkattir. Dikkatsiz ve savruk olursanız kıyamettir. Bir ulu dağın başında, bir nehrin gözünde, bir vadinin sonunda ya da bir deniz kenarında, bazen ılık bir bahar günü, bazen ayaz soğukta, kuru ya da sağanak bir yağmurda, bulutlu, sisli ya da berrak bir akşamüstü. Tüm yaşantılarımızın temeli, düşlerimizin mekanı, içinden geldik, içine gideceğiz. Bir kızılderili için, bir aborijin için, bir şaman için doğa ruhumuzun enerjisidir.
Zamandan Bağımsız Aşklar
Çerçeveler?
Bir gün düşünün, sabah kalktınız, üstünüzü değiştiniz, kahvaltı yaptınız, işe gittiniz, öğlen yemeği, tekrar iş güç, akşam çıktınız eve yada bir kaç arkadaşla sohbet sonra yine ev televizyon ve yatak. Bugünü rutininiz olarak düşünürseniz bu sizin günlük çerçeveniz olur. Ertesi gün de aynı olursa üst üste koyduğunuzda hala tek bir çerçeve olarak kalacaktır, şayet 100 gün aynı yaşarsanız geriye dönüp baktığınızda sanki bir gün gibi gelecektir ya tüm hayatınız tek bir çerçeveye sığıyorsa o zaman yaşamadınız demektir. Sanki tek gün yaşamış gibi ölmek ister misiniz? Hiç kimse evet demeyecektir ancak çevrenizde yaşanan hayatları ve kendi rutininizi sorgularsanız bundan çok farklı olmadığını göreceksiniz. Oysa her güne ufak bir farklılık katabilsek, yeni bir yer, yeni insanlar, yeni yerler, yeni tatlar, yeni duygular o zaman 100 gün sonra 100 farklı çerçeveniz olacaktır. Tüm hayatınız bu arayışla ve anlayışla geçerse dopdolu yaşamış olursunuz.
Ruh?
Ruh var mı? Bedensel, fiziksel varlığın dışında maddesel olmayan bir bir tür soyut varlık? Hatta beden ölse de ruhun göçü kesin midir? Bir dönüşüm yada yer değiştirme. Kimse emin olamaz! Sadece inanıyorum demek mümkün. Zaten inanmaya dair bir eğilimde var içimizde. Nedeni yok olma fikrinin bize soğuk olması. Belki de tüm ruh diye anlamlandırdığımız vücudumuzun ve sinir sisteminin işleyişini sağlayan mikro voltluk elektrik akımının yarattığı canlılık, enerji durumunun kendisidir. Kim bilebilir? Bir başka seçenek ise daha üst bir akıla bağlı birimler olma durumumuz olabilir mi? Biz ölüp yok olacağız ama deneyimlerimizin süzgecinden geçen bilincimizin dışında öğrenmeler bir üst akılla transfer oluyor olabilir mi? Kim bilebilir? Sadece inanabilirsiniz, hangisine isterseniz.
Adalet?
İlahi bir adalet olduğuna inanıyor musunuz? Yoksa insani ve iyi niyetli bir beklenti midir “ilahi adalet” kavramı? Adalet Plato’ya göre bilge ve güçlü olanların adil olduğuna karar verdiği şeydir. Zayıf ve sıradan insanlar için adalet güçlü ve bilge olanların adil bulduklarına itaat etmektir. Adil bir devlet var mıdır? Adil bir düzen? Benim kişisel gözlemlerim olmadığı yönündedir. Güçlü isen adaleti zorlayarak, baskı yaparak ya da satın alarak, aklını kullanarak alabilirsin, zayıfsan şikayet eder ve devletten ya da Allahtan adalet beklersin. Zaten yapabileceğin başka da bir şey yoktur. Demokrasi de benzer şekilde yorumlanabilir. Mükemmel bir demokratik düzen olmadığından, hakkını kendin alamıyorsan bir biçimde ya da bir derece de güçlüye ya da akıllıya tabi olmaktan başka seçenek kalmamaktadır. İdeal demokrasi anlayışıyla en demokratik bulduğumuz devletlerde işlediği şekilde uygulanan demokrasi anlayışı her açıdan güç odaklı bir anlayış haline gelmiştir. Yine Plato’nun söylediği gibi halkın egemenliği bir biçimde 3M’ye kaymaktadır. Money, Media ve Mafia. Bizim ülkemizde zaman zaman ekstra 1A (Asker) ve 1’de C (Cemaatler) devreye girmektedir. Sıradan insanlar ise bunlar arasında ki güç savaşları arasında sömürülmekten ve ezilmekten kurtulamamaktadır.
Ölüm?
“Hayatın değişim aracı” diye anlatmıştı Steve Jobs bir üniversitenin mezuniyet töreninde. Eskilerin ortadan kaldırılıp yerine yenilerinin getirildiği bir değişim düzeni. İyi ki var! İnsan ruhunun değişime olan direnci nedeniyle eskilerle yaşamak ne zor olurdu. Ölümün istenen bir şey olduğunu babaannemden öğrenmiştim. Çok yaşlıydı, kulakları işitmiyor, gözleri görmüyordu. Kendi kendine şikayetlenerek sayıklardı “beni unuttu, beni unuttu” diye. Allahtan canını almasını isterdi. Socrates’in son konuşmasında söylediği gibi ya bir yok olma ve hiçlik durumudur ölüm. Yani en derin uykulardan daha derin bir uyku durumu. Ölüm şayet böyle bir yapıdaysa kim istemez ki diyordu. Tüm dünyevi sorunlardan, düşüncelerden, kaygılardan kurtulma durumu ne huzurlu bir durum olacaktır. Ya da ruhun bir başka dünyaya göçmesi durumu ise ve bu dünyada iyi insanlar öbür dünyada daha önce ölmüş iyi insanların yanına gidecek ve onlarla tanışacaksa, şayet ölüm böyle bir şeyse bin kez ölmek isterim diyordu. O nedenle ölüm ölenler için değil geride kalanlar için üzücü bir durumdur.
Mutluluk?
Mutlu olmanın bir ölçütü var mıdır? Kişiye göre, yere göre, zamana göre mi anlam kazanır? Babaannemin vefatı için köyümüze gittiğimde uzun zamandır görüşmediğim bir çok akrabamla karşılaşmıştım. herkes başka yerlere dağılmış başka uğraşlarla meşguldü. Gençliğimde çok sevdiğim bir kuzenimle uzun yıllar sonra karşılaşmak çok güzeldi. Nasılsın, ne yapıyorsun? Bir başka köyde ailesinden kalan 20 dönüm tarlayı ekip biçerek geçiniyorum dedi. Nasıl işler diye sordum. Ah dedi bir yağmur yağsa şimdi öyle güzel olur ki! Ne olur dedim, en azından 2 ton daha fazla ürün olur diye cevap verdi. Ne kadar fark eder? O zamanki para ile 2000 TL. Öyle güzel anlatıyordu ki, o 2000tl onun için mutluluktu. Oysa benim bir aylık maaşım kadardı. Ben bir aylık ikramiye alsam o kadar sevinir miydim? Köyde taştan 2 katlı bir ev yapmış. Çinko çatılı, sıva vs yok. Öyle çok anlattı ki evini, çok emek vermiş, çok uğraşmış, çok masraf etmiş. İstemiş ki çocukları da otursun. Köy evi! Nasıl gururla anlatıyor! Bende yeni ev almıştım borçlanarak Yuvam Akarca’dan, dünya kadar para ödemiştim ama aynı duyguyu hissetmiyordum. Birden ani bir fark edişle anladım ki mutluluk hayattan ne beklediğin ve ne kadarını aldığınla ilgili. Yani 5 bekleyip 3’ünü alıyorsan her zaman mutlusun. Ancak 5 bekleyip 2’sini alıyorsan her zaman mutsuzsun. Sorun almakta değil beklemekte. O nedenle gerçek mutluluk beklentileri düşürmekle ilgili. Almaya değil az beklenti oluşturmaya odaklansak çok daha mutlu hayatlar yaşamak mümkün ama bizim gibi tüketim kültürünün esiri olmuş insanlar için mümkün müdür bilinmez.
Başarı - Akıl?
Kimdir akıllı ya da başarılı? Zengin olma başarısı mı? Ya da ünvan mı? Ordinaryüs Profesör, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Milletvekili, Başbakan, Bakan, Cumhurbaşkanı? Taktir sizin! Ben çevreme baktığımda öyle insanlar görüyorum ki, tüm hayatı didişmekle geçmiş, yalanlar söylemiş, hırsızlık yapmış, insanları aldatmış, hak yemiş, hukuk dinlememiş para ya da ünvan sahibi olmuş ama rahat bir gün yüzü görmemiş, bir ağacın altında huzurla oturmamış, bir içten gülüş yüzünde belirmemiş, içten pazarlıklı, sahte yüzlerle dolanmış ve arkadaş olmuş. Bütün bir hayatını trajedi olarak paraya ya da ünvana evirmiş ve geri dönme şansı da kalmamış. Bana göre gerçek akıl kendini mutlu etmeyi başaran akıldır. Her şeyi dozunda yaşayan, kendine zaman ayıran, çevresiyle ilgilenen, yapmaktan mutlu olduğu işlerle meşgul olan ve geriye dönüp baktığında gözü arkada kalmayan insandır akıllı insan. Huzurlu, mutlu, dingin bir hayat yaşadım diyebiliyorsanız, gerçek insanlar ve dostlardan bir çevre oluşturabildiyseniz, seviyor ve seviliyorsanız en akıllı sizsiniz.
DAVALAR VE SEVDALAR
İnanmakla başlar her şey!
Parlak bir fark etme ya da derin bir sezgi.
Doğru dersin, içinden.
İşte bu!
Tek çare, yegane çözüm.
Kurtuluş belki de!
Tartılır günler, haftalar, aylarca.
Ufak ufak paylaşılır dostlarla.
Sonra?
Sonra, adı konur.
Bu dava benim davam!
Bu kavga benim!
Onunla yatıp onunla kalkarsın.
Akşam rakı masasında mezen,
Sabah sofrada kahvaltın olur.
Soğuk kış günlerinde sıcak parkan,
Yazın kavruk güneşinde serin şapkan.
Gün gelir sen onda, gün gelir o sende büyür.
Bazen bildiri olur elden ele dağıtılır, kaçar göçer.
Bazen afiş olur yapışır sudkostik kıvamında, duvar duvar.
Bazen korku olur gecenin karanlığında, titrek.
Bazen cesaret olur kalleş pusularda, çelik bilek.
Ama bir gün gelir.
Ne namussuz bir fark ediş,
Ne alçak bir seziştir ki o!
Sen sendesindir ancak,
Davan sende değil!
Peki ya sendeki de sen midir?
Aşk olsun!!!
Ya sevdalar?
Düşmekle başlar her şey!
İlkin göz düşer, ardından gönül,
Parlak bir fark ediş, derin bir seziş
Sonra o içine düşer,
Önce kanına…
Toplar damar alır,
O, yüreğine düşer.
Yürek çalkalar ve salar.
O, tüm hücrelerine düşer.
O anda,
tamam dersin içinden.
İşte aşk bu!
Sonsuz sevgi.
Sonra?
Sonra, adı konur.
Bu aşk benim!
Benim bu sevda!!!
Sonrası?
Sonrası aynı.
Onunla yatılıp onunla kalkılır.
Rakı masasında mezen , sabah sofrada kahvaltın.
Soğukta parkan, sıcakta şapkan.
Gün gelir o sende, gün gelir sen onda.
Bazen göz göze gelinir,… yürek titrer.
Bazen el ele, saatler geçer.
Ten teni bulur,
Aşk cana gelir.
O gün de geçip gider ama
bir gün gelir,
Ne namussuz bir fark ediş,
Ne hain bir seziş
Sen sendesindir ama
peki ya sevdan?
Aslında sendekine de,
AŞK OLSUN!!!
Aşk olsun davalara!
Aşk olsun sevdalara!
Ve Hayata
AŞK OLSUN!!!
İsmet ŞAHİN
Kocaeli Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü 41380 İzmit/Kocaeli/Türkiye
ismetsahin@gmail.com